Atatürk’e şifalı su ve küllerinden doğan bir ulus

Bandırma Vapuru, 19 Mayıs 1919 sabahı Karadeniz’in puslu sularını yara yara Samsun’a ulaştı. Güneş, denizin üzerine altın bir şal sererken, Mustafa Kemal ve silah arkadaşları, tarihin dalgalı sularında bir kıyıya daha adım attılar. Fakat bu, yalnızca bir kıyıya iniş değildi; Anadolu’nun kalbine, milletin yazgısına hakikat atılan bir adımdı.

Ancak zafer yolları, yalnızca düşmana karşı değil, insanın kendi vücuduna karşı da bir savaştı. Mustafa Kemal’in vücudu, bu kutsal yürüyüşte ona başkaldırıyordu. Şiddetli böbrek ağrıları, her adımda ruhuna bir sızı düşürüyor, lakin iradesini kıramıyordu. Samsun’a ayak bastığında, nerede konaklayacakları meçhuldü. Lakin yazgı, bir kere daha onların yolunu açtı. Madam Mantika’nın yıllardır sessiz bekleyen oteli, apansız bir sığınak, bir karargâh oldu. Duvarları temizlendi, askeriyeden getirilen karyolalar odalara yerleştirildi ve ismi Mıntıka Oteli olarak değiştirildi.

Ve o yürüyüş… Karadeniz rüzgarı yüzlerine çarparken, Mustafa Kemal’in ıslıkla çaldığı melodi, dağlardan yankılandı. Bu marş, Felix Körling’in derlediği Tre Trallande Jantör isimli İsveç folkloruna ilişkin bir müzikti..
Selim Sırrı Tarcan tarafından notaları getirilmiş ve Ali Ulvi Elöve tarafından sözleri Türkçeleştirilmişti..

“Dağ Başını Duman almış,
Gümüşdere durmaz akar..
Güneş ufuktan artık doğar,
Yürüyelim arkadaşlar”

İsveç dağlarından Karadeniz’in yeşil yamaçlarına kadar uzanan bu marş, bir umudun ve direnişin melodisiydi. Yanındakiler, onun bu güçlü yürüyüşünde yalnız değildi. Onunla birlikte yürüdüler, onunla birlikte söylediler.

En yakın köy olan Karageçmiş’e vardıklarında, onları yalnızca köyün taşlı yolları değil, bir öteki tehlike de karşıladı. Pontus çetelerinin gölgesi, köyün üzerinde kara bir bulut üzere dolaşıyordu. İngiliz casusları ve yerli işbirlikçileri ise sinsice kol geziyordu. Fakat köyde bir sığınak vardı: Ali Baba Oteli. Ali Baba ve ailesi, silah elde nöbet tutarak konuklarını koruyor, onlara gecenin karanlığında bir inanç limanı sunuyordu.

Mustafa Kemal, gündüzleri temaslarını sürdürürken, geceleri Osmanlı’nın Gerileyiş Tarihi kitabına dalıyordu. Fakat bu satırların gerisinde, gözlerine uyku girmezdi. Böbrek sancısı, gecelerin karanlığına zehirli bir hançer üzere saplanıyordu.

Ve sonra bir mucize… Yaşlı bir Samsunlu, ona şifanın sırrını fısıldadı: Havza Kaplıcaları. Şifalı suları, yıllardır yerin derinliklerinden gelen bir merhem üzereydi. Mustafa Kemal, Havza’da on sekiz gün kaldı. O şifalı suların sıcaklığı, yalnızca vücuduna değil, ruhuna da bir ferahlık getirdi. Yıllar sonra bu günleri anarken, o suyun böbrek sancısını dindirdiğini ve ona kurtuluş gayreti için gerekli gücü verdiğini söyleyecekti.

Mustafa Kemal’in bu seyahati, yalnızca bir coğrafyanın kat ettiği yol değildi. Bu, bir milletin kendine hakikat yaptığı bir yürüyüştü. Sancılar ve zaferler iç içe geçti, umut ve direnç bir ahenk yarattı. Zira zafer, yalnızca savaş meydanında değil, insanın kendi vücudu ve ruhuyla verdiği uğraşta de kazanılıyordu.